StatCounter

##################################################### #####################################################

17 Mart 2010 Çarşamba

Makale: Kendi Kendinize Konuşur Musunuz? / Benal Alkanlarn, Uzman Psikolog

İçinizden konuşur musunuz ? Dışarıdan görülmez, dudaklar kıpırdamaz ama sanki bir başkasıyla konuşuyormuş gibi bene sorular sorar, benden cevap verir, kendimizle dertleşir, olayları kişileri kendimizi yorumlar, yargılar, çatışır, kısacası dünyayı anlamlandırırız. Hem de ne çok konuşuruz içten içe… Yunus Emre'nin dediği gibi; Bir ben vardır bende benden içeri.


Düşünce boyutunda sürdürdüğümüz bu iç diyalog, o kadar hızlı, yoğun ve derindir ki : Kovalamak, yakalamak, fark etmek bilinçli bir çabayı gerektirir. Ve iç konuşmalar o kadar etkilidir ki : Duygularımız, diğer insanlarla kurduğumuz iletişim tam da burada başlar. İç diyaloglar, dünyaya bakış açımızdan, ana babamızın yetiştirme tarzından, düşünme alışkanlarımızdan etkilenerek aklımızdaki iki kapıdan geçerek şekillenir. Olumsuz düşünceler kapısından geçmek, hep duyup, gördüğümüz alışkın olduğumuz için kolaydır ve kapının arkası o kadar kalabalıktır ki… azıcık aralayıversek, düşünceler birbirinin peşi sıra dökülüverir zihnimize. Olumlu düşüncenin paslanmış kapısı ise ancak ittirerek, yüklenerek açılabilir.

"Ne şanssızım, hep benim başıma gelir bu aksilikler" dediğimizde arkadan, "Bir kere de işim rast gitmez, hayatım hep uğraşarak, didinerek, kazık yiyerek mi geçecek" geliverir,hemen ardından diğerleri de çıkmaya hazırdır. " Bu dünyada kimseye güvenmeyeceksin", " Seni kandırırlar, hep tetikte ol", "Saçma ", "Zaten bu iş olmaz", "Vaktim yok", " Ya başaramazsam", " Ya yeteri kadar iyi değilsem"…

Bu düşüncelerin beslendiği toprak 0-7 yaş döneminde çocukluğumuzdaki yaşantıların kayıtlarıdır. Ana ve babamızın, aile büyüklerinin konuşmaları, davranışları, dokunuşları, bakışlarıdır. O kocaman çocuk gözleri, her şeyi merak eder, bakar, izlerken, kocaman yüreklerine sesleri, görüntüleri ve en önemlisi duyguları kaydeder. Hem de çok güçlü, çok net kayıtlardır bunlar. Çünkü çocukluğumuz aklımızla kalbimizin, korkmadan el ele dolaştığı dönemdir. Sonra büyürüz, daha büyürüz ve büyüdükçe kalbimiz ve aklımız arasındaki mesafe de büyür. Duygularımızdan uzaklaşır, hatta onları yok bile sayabiliriz.

Ve o küçücük yaşlarda, kaydettiğimiz verilere göre yaşamsal önemi olan kocaman kararlar alırız.

"Bu dünyada var olmam (annemin, babamın beni sevmesi, kabul etmesi ) için hiç hata yapmamalıyım."

"Bu dünyada var olmam (annemin, babamın beni sevmesi, kabul etmesi) için herkesi memnun etmeliyim."

Bir gün kocaman adamlar olduğumuzda, hiç farkında olmadan, o küçücük çocuğun kararlarına göre davranırız. Bir işe başlarken hep zorlandığımızda, başladığımız işleri yarım bıraktığımızda, sürekli ertelediğimizde, başarımızdan hep kuşku duyduğumuzda, aslında içimizdeki hata yapmaktan, azarlanmaktan çok korkan çocuğun bizi engellediğini, korkudan titrediğini fark edemeyiz.

Kendi isteklerimizi, duygularımızı, ihtiyaçlarımızı hiçe sayıp, hep başkalarının isteklerini, ihtiyaçlarını yerine getirmek için didinip durduğumuzda, aslında içimizdeki sevilmemekten, beğenilmemekten, yalnız kalmaktan çok korkan çocuğun paçamızdan çekiştirdiğini de fark edemeyiz. Oysa bugün, yarın ve ömür boyu iç konuşmalarımız, iç huzurumuzu, yaşam dengemizi ve ilişkilerimizi etkileyecektir. Olumsuz duygular kapısı kalabalıktır, çünkü çocukluğumuzdan itibaren evde, okulda, sokakta genel eğilim olumsuzu fark etme, eksiği söyleme, yanlışı işaretleme üzerinedir. Bu kapıyı çok açık bıraktığımızda kaygı gereksiz yere büyür, dallanır, budaklanır; Elimizi, ağzımızı, yüzümüzü, gözümüzü sarıp sarmalar. Çoğu zaman nereden çıktığına anlam bile veremediğimiz, bu can sıkıntısıyla uğraşmak iç enerjimizi yavaş yavaş tüketirken, giderek daha az yapan, daha az deneyen, daha az gülen insanlar oluruz. Olumsuz iç konuşmalar ("Bu iş olmaz", ,"Eyvah","Yapamam", "Gerçekten vaktim yok", "İmkansız", "Yetersizim" gibi) giderek beynimizde bizi engelleyen bloklara dönüşür. İşin kötüsü, bu düşüncelere sorgusuz, sualsiz inanmaya, peşlerine takılmaya başlarız. Ve İnandıkça yapmamaya devam eder ve yapmadıkça da yapamayacağımıza dair inançlarımızın gerçekleştiğine iyice ikna oluruz.

Bu olamaz ve olmadı kısır döngüsü sürer gider. Ta ki bu kısır döngüyü bir yerden kırana, yani düşünme tarzımızı, alışkanlığımızı değiştirene kadar. Çünkü olumsuz düşüncelerin tohumlandığı çocuklukta alınan kararlarımız işlevsel değildir, olayları aşırı genelleştirir ve irrasyoneldir. Yaşamımız üzerindeki kontrol duygumuzu azaltır ve evde, işte, çarşıda pazarda yaşamımızın her alanında işlevselliğimizi bozar. Yaşamda daha etkin olabilmek için, kullanmaya kullanmaya paslanmış olumlu düşünme kapısını açmak, bu konuda bilinçli bir çaba sarf etmek ve üretmek gerekir.

Burada bahsettiğimiz olumlu düşünme, olaylara iyimser bakış açısı polyannacılık ya da saflık değildir. Karamsarlık ya da kuruntuların beynimizi işgal edip bizi engellemesine izin vermemektir.

Aklımızdan geçen her "Hayır olmaz, yapamam" a hemen inanmamak, boyun eğmemek, beynimizin mazeretler üretmesine izin vermemek, araştırmak, sorgulamak, siyah ve beyazların yanında grileri de görebilmek, engelleri ortadan kaldırmaya yönelik harekete geçmek, bloke olmamaktır. "Yapamayacağıma ilişkin kanıtlarım var mı? Kanıtlarım gerçekçi mi? Yoksa geçmiş deneyimlerimin etkisi altında kalarak, kaçınma davranışı mı gösteriyorum? Hata yapabilirim, düzeltebilirim, hatalarımdan öğrenirim, bu insani bir haktır. Neden olmasın ki! Belki de koşulları veya kendimi biraz değiştirerek, geliştirerek yapabilirim. Bu güne kadar kimseden yardım istemedim ama yardım istemek benim de hakkım. Yaşamda iyi şeyleri hak ediyorum " diye düşünebilmeye başlamak, kendimize iyi davranmaktır.

Bir kez başladığımızda, aklımızdan geçtiğinde bile değişim başlar. İç enerjimizi yükselten, daha çok yapmaya ve üretmeye, daha fazla içten gülümsemeye, duyguların ateşleyici gücünü hissetmeye, sağlıklılığa doğru içsel bir hareket oluşur ve devam eder. Devam eder, çünkü bedenimizin bir hafızası vardır ve kendisine iyi gelen şeyleri öğrenir ve ezberler. Son zamanlarda yapılan araştırmalar da (Mayo Klinik,2000) iyimserlik ve olumlu düşünme özelliklerine sahip insanların, karamsarlara göre % 19 daha uzun ömürlü olduklarını, olumlu iç diyalogların polyannacılıktan öte, sağlıklı bir iyilik hali yarattığını ifade etmektedir.

Önce içimize bakmak, işlevsel, gerçekçi olmayan iç dırdırları ayıklayarak, işe yarayan, destekleyen iç dokunuşlara dönüştürmek "Yapamam "yerine "Nasıl yapabilirim' e " odaklanmak, özellikle engeller karşısında yılmama, azim, çaba, umut duygularını beslemekte, hayal gücü ve yaratıcılığımızı harekete geçirmektedir. İç motivasyonumuzu hareketlendirmeye, bugüne dek hep istediğimiz ve yapmadığımız/yapamadığımız basit bir şey için neleri değiştirebileceğiniz yönündeki iç konuşmalarımızı dinleyerek, hemen bugün, yarına ertelemeden başlayabiliriz. Neden olmasın ki!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder