StatCounter

##################################################### #####################################################

19 Ocak 2010 Salı

ÇİÇEKLİ BERJER- Deniz Yalım Kadıoğlu

“Aday”, beş aydır iş arıyordu. Her gün öğleye doğru ancak uyanıyor, üstünde dizleri çıkmış eşofmanı, elinde kahve fincanı, çiçekli berjer koltuğunda yerini alıyordu. Önce başvuru yaptığı yerlerden yanıt gelmiş mi diye bakıyor, sonra da internet sitelerindeki yeni ilanları tarıyordu. Kör bir kuyu gibiydi internet. O güne dek “Başvurunuzu aldık, ne iyi ettiniz, çok teşekkür ederiz,” postalarından başka hiçbir şey geçmemişti eline. Önceleri bu mesajların otomatik olarak gönderildiğini anlamamış, pek sevinmişti. Ne de olsa karşısında “birileri” vardı. Oysa gittiği onlarca iş görüşmesinden sonra fark etti ki, kapıdan çıktığı anda Aday’ın kimsesi kalmıyordu. Kimse söylendiği gibi ona dönmüyordu.

Son olay canını iyice sıkmıştı. İnsan kaynakları uzmanı ve bölüm müdürüyle yaptığı ayrı görüşmeler ve uzun değerlendirme süreçlerinin ardından, şirketin tüm departmanları gezdirilmiş, ekiple tanıştırılmış ve çok umutlu bir halde oradan ayrılmıştı. Şirketi ve çalışanları çok sevmişti. Gayet profesyonelce yürütülen bir işe alım süreci geçirdiğini düşünmüştü.

Üç hafta. Üç haftalık suskunluk ve sonunda standart bir yanıt: “Şu an için size olumlu yanıt veremiyoruz. Özgeçmişiniz, gelecekte açılacak pozisyonlarımızda değerlendirilmek üzere veri tabanımızda saklanacaktır. Çalışma hayatınızda başarılar dileriz.” Üstelik bu mesaj kendi e-posta adresine bile değil, başvurduğu internet sitesindeki hesabına gelmişti. Muhtemelen olumsuz olarak değerlendirilen öbür adaylarla birlikte, aynı anda ona da gönderilmişti. Gururu incinmişti.

Aday, 31 Aralık gecesi bir arkadaşının düzenlediği ev partisine katıldı. Yeni yıl için geri sayım başlarken herkes gözlerini kapadı, içinden dileklerini sıraladı. Aday bir anda listesindeki tüm düşleri bir yana bıraktı, “Yalnızca bir gün,” dedi, “yalnızca bir gün roller değişsin istiyorum.”

Sıkı sıkı kapadığı perdelerin arasından sızan güneş ışığı ve salondan gelen seslerle uyandı. Bir uğultu, konuşmalar... Memleketten birileri mi geldi? Kalktı, karışmış saçlarını düzeltmeye çalışırken ağır adımlarla koridoru geçti, salonun kapısını araladı ve... Ağzı açık kaldı. Berjer koltuklarla dekore edilmiş son derece şık bir toplantı salonu ve koltuklarda, hepsini daha önce gördüğü işe alım uzmanları, bölüm müdürleri. Yüzlerinden oldukça tedirgin ve heyecanlı oldukları anlaşılıyordu. Ne yapacağını bilemez bir halde öylece bakarken, elinde kendi kahve fincanıyla ona doğru yaklaşan bir bayan konuşmaya başladı:

“Günaydın Aday Bey, ben Özen, gün boyunca asistanınız olacağım. Görüşmeleriniz başlamadan önce, buyrun kahveniz.”

“Ne görüşmesi, kim bunlar, siz kimsiniz?”

“Bakın Aday Bey, fazla zamanımız yok biliyorsunuz. Yalnızca bir gün için roller değişsin, demişsiniz. Görüşeceğiniz tüm işe alımcıların ve bölüm müdürlerinin isimleri burada. Hepsine sizin beş aydır her gün oturduğunuz çiçekli berjerin aynısından sipariş ettik. Nasıl, şık olmuş mu?”

“Sanırım anlamaya başladım... Özen Hanım’dı değil mi? Tamam, ilk görüşmemiz ne zaman?”

“Aslında bir saat önceydi. Ama olsun, siz de gittiğiniz on üç görüşmenin dördünde en az bir saat bekletilmişsiniz. Biz de zaten onları beklettik.”

Kendi kurduğu bir oyuna girmişti, artık olacaklar tamamen onun elindeydi. Hemen pijamasının yakasını düzeltti, saçlarına çekidüzen verdi ve önündeki kalın dosyayı incelemeye koyuldu. Dosyada o güne dek başvurduğu iş ilanları vardı. İlk ilanı okumaya başladı. İlan yazım hatalarından geçilmiyordu. Üstelik işe alınacak kişinin “Türkçe ve İngilizce yazım kurallarına hakim, iletişim yeteneğinin güçlü olması” istenmişti. “Şaka gibi,” dedi içinden, “daha önce nasıl görmemişim bu hataları?” Hemen masadaki kırmızı kalemlerden birini eline aldı ve ilanın üzerine büyük bir çarpı çizdi.

Başka bir ilanda, yaşından cinsiyetine ve mezun olması gereken üniversite isimlerine kadar, işe alınacak kişinin sahip olması gereken tüm özellikler tek tek sıralanmıştı. Neredeyse ayakkabı numarasını bile yazacaklardı. Ancak ne şirket ne de söz konusu pozisyon hakkında kuru bir cümleden fazlası yoktu. “Şirketimizin pazarlama bölümünde birim yöneticisi olarak çalışacak arkadaşlar aramaktayız.” Böyle bir ilana başvurmuş olduğuna inanamadı.

Elleri çarpı atmaktan yorulduğu sırada, görüşeceği ilk işe alım uzmanı karşısısındaki çiçekli berjerde yerini aldı. İki dirhem bir çekirdek giyinmişti, beklemekten yüzünün rengi solmuş, galiba dudakları da biraz kurumuştu. Bu ona, X şirketinde iki saat süren bekleyişini hatırlattı. Ne bir açıklama, ne bir özür. Üstelik şirket dünyanın bir ucundaydı, üç vasıtayla ancak gidebilmişti. Bir bardak su ister mi diye bile sormamışlardı.

“Evet, Hanımefendi,” dedi, “bu kadar saat bekletilmeniz hakkında ne hissediyorsunuz?”

“Şey, ben de onu diyecektim. Bence büyük saygısızlık. Bekletilmekten hiç hoşlanmam. Burada neredeyse iki saatimi boşuna harcadım. Hem...”

Aday’ın bakışlarıyla karşılaşınca sustu.

“Tamam, biz de bazen elimizde olmayan sebeplerden ötürü adayları bekletiyoruz. Ama onlar adı üstünde zaten aday, yapacak daha iyi bir işleri yok ki! Yani o işi gerçekten istiyorlarsa elbette bekleyecekler, değil mi?”

Yanıt alamayınca kalktı. Çantasını koluna taktığı gibi küçük, topuklu adımlarla salondan uzaklaştı.

Şimdi de Y Bank’ın insan kaynakları uzmanı ve bireysel bankacılık bölüm müdürü karşısında oturuyordu. Görüşme sırasında kendilerini tanıtma ihtiyacı duymamışlardı, o yüzden isimlerini bilmiyordu ama zaten gerekmiyordu da. Şu anda biri “İK Bey”, diğeri “BM Bey” idi. İK Bey, karşısında heyecandan nefes almadan konuşuyordu. Terleyen ellerini sözde belli etmeden koltuğun kenarlarına sürtüyordu. Bir yandan da Aday’ın kaçırdığı gözlerini yakalayıp onunla göz teması kurmaya çalışıyordu. Oysa o gün, hiç de böyle değildi.

“O gün sanki odada yalnızdım İK Bey, hatırladınız mı?”

“Hatırlayamadım... Afedersiniz çıkaramadım ben sizi.”

“Bu çok doğal, çünkü yüzüme bile bakmadınız. Sürekli saatinize bakıyordunuz. Kendimi anlatmamı istediniz, zaten elinizde olan özgeçmişimi baştan sona anlattım ve bana döneceğinizi söylediniz, hepsi bu.”

“Şimdi hatırladım... Ama aslında siz o pozisyona çok uygun değildiniz. Yine de BM Bey bir görmek istemişti.”

“İstedi de neden tek bir soru bile sormadı, kendi bölümüyle ilgili hiçbir bilgi vermedi? Sahi sizin sloganınız ‘İnsana Özen’ değil miydi? Özen bunun neresinde söyler misiniz?”

“Ama bakın beyefendi, biz müşterilerimize her zaman...”

“BM Bey, ben sizin bir müşteriniz olamaz mıyım? Hem biliyor musunuz, üniversite yıllarımdan beri hep burada çalışmayı düşlemiştim, ama görüşmemizden sonra şirketinizin gözümdeki tüm imajı değişti.”

Özen Hanım araya girip görüşmeyi sonlandırmasa, tansiyon daha da yükselecekti.

“Israrla maaş beklentimi sorup durdunuz ama ücret politikanız hakkında tek bir bilgi vermediniz. İş arayan birini ne kadar zor bir durumda bıraktığınızı hiç düşündünüz mü?”

“Şirketinizde çalışmayı gerçekten istediğim için A şehrine kadar, uçak parasını da cebimden vererek geldim. Sonra bilin bakalım ne dediniz? Ben bu pozisyon için fazla nitelikliymişim. Keşke beni çağırmadan önce özgeçmişimi bir okusaydınız...”

Tüm gün böyle sorularla geçti. Çiçekli berjerler bir doldu bir boşaldı. Aday sinirlendikçe Özen Hanım’a dönüyor, “Bu kadar da özensizlik olmaz ki, değil mi ama canım!” diyordu.

Gün sonunda elinde yalnızca dört şirketin ilanı kalmıştı. İkisiyle yılbaşından birkaç gün önce görüşmüştü. Öbürlerine ise yeni başvurmuştu. İlanları açık ve detaylıydı. Hala umut vardı.

“Zor bir gündü,” dedi Özen Hanım’a.

“İyi atlattınız, yarın sabah kendinizi çok rahatlamış hissedeceksiniz.”

“Yani bu bir rüya değil mi, uyandığımda bunları hatırlayacak mıyım?”

“Tabii ki, yoksa dileklerin ne anlamı kalır? Hem sadece siz değil, tam olarak olmasa da, görüştüğünüz tüm kişiler yarın sabah farklı bir hisle uyanacaklar.”

“Nasıl, anlayamadım?”

“Şöyle açıklayayım. Siz, artık işe girmek için her türlü muameleye katlanan, her koşulu kabul etmeye hazır bir Aday değilsiniz. Niteliklerinin bilincinde, saygı görmeyi hak eden, bir iş görüşmesine giderken gösterdiği hazırlık ve özeni görüştüğü kişilerden de bekleyen, kendine güvenli bir Aday’sınız.”

“Öyle miyim gerçekten?”

“Bunu yarın sabah daha iyi anlayacaksınız.”

“Ya öbürleri?”

“Aslında onları da anlamak lazım... Belki uzun süredir bir aday koltuğunda oturmamışlardı. Belki de içinde bulundukları yoğun tempo, onlara yaptıkları işin ne kadar önemli olduğunu unutturmuştu. Her gün masanın öbür yanına geçen kişilerin yalnızca artı ya da eksi verilecek bir aday değil; gelecekte birlikte çalışabilecekleri iş ortağı, bir müşteri, ürünlerinin tüketicisi ve en önemlisi bir insan olduğunu unutmuşlardı. Yarın sabah bunu hatırlayacaklar. Ve emin olun, işlerini daha çok sevecekler.”

O gece Aday, üzerindeki tatlı yorgunluğun etkisiyle başını yastığa koyduğu gibi uykuya daldı. Olanların gerçekliğinden hala emin değildi, ama bir şeylerin eskisi gibi olmayacağını çok derinden hissediyordu. Sabah güneşi bir an önce odasına girsin diye, perdeleri ardına kadar açık bıraktı.
Deniz Yalım Kadıoğlu

Cağaloğlu Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Üniversite döneminde Geniş Açı Fotoğraf Sanatı dergisinin yazar ekibinde yer aldı. İş hayatına Ernst & Young Türkiye’de Elektronik İnsan Kaynakları Uygulamaları Danışmanı olarak başladı. Bu görevinin yanında, kurumun insan kaynakları portalı insankaynaklari.com’un editörlüğünü de üstlendi. 2005 yılında Ankara’ya yerleşti. Kısa bir dönem Türk Kızılayı’nda İşe Alım Birim Yöneticisi olarak görev aldıktan sonra, çalışmalarına yayıncılık alanında devam etti. Aylık kültür ve yaşam dergisi Yolculuk’un editörü olarak Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gezi yazıları, röportajlar kaleme aldı. 2007 yılı sonunda yurt dışına yerleşerek evden çalışmaya başladı. Fransa’da yaşıyor. Başta Yolculuk dergisi olmak üzere çeşitli yayınlar için yazmaya devam ediyor. İngilizce ve Almanca biliyor, Fransızca öğreniyor.

Yayınları: Kitap editörlüğü: “Sessizliği Bozmadan: Mezopotamyalı Bir Yoginin Yaşam Serüveni” (Yazar: Adnan Ananda Siddviho Çabuk, Doğan Kitap, 2008), “Anadolu’da Yolculuk (Kâmil Koç Otobüsleri A.Ş., 2007), “İnsan Kaynaklarında Yeni Eğilimler” (Ernst & Young - Hayat Yayınları, 2005). Kitap çevirisi:“Televizyonda Yapım ve Yönetim” (Gerald Millerson, 2009) Öykü: “Fil”, Notos Edebiyat dergisi, Şubat-Mart 2009.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder